Muris Muvazaası Davalarında Murisin, Dava Konusu Taşınmaz Devrini “Mal Kaçırma” Amacıyla Yapıp Yapmadığının Takdiri Salt Hakime Aittir

Muris Muvazaası Davalarında Murisin, Dava Konusu Taşınmaz Devrini "Mal Kaçırma" Amacıyla Yapıp Yapmadığının Takdiri Salt Hakime Aittir

Türk yargı uygulamasında “bilirkişilik” müessesesinin önemi oldukça fazladır. O kadar ki bilirkişiler adeta birer “yardımcı hakim” gibi görev yapmakta, öncelikle taraf vekillerinin dilekçelerindeki iddia ve savunmaların özetine raporlarında yer vermekte, uyuşmazlığın hangi noktada toplandığına işaret eden beyanlarda bulunmakta ve nihayet bu husustaki delillerin neler olduğunu raporlarında tartışmaktadırlar. Bu yönüyle bilirkişi raporları davayı adeta derleyip toplayan, taraf vekillerinin dilekçelerini sadeleştiren ve böylece hüküm vermesi için hakime uygun bir zemin hazırlayan birer metin niteliğindedir. Öte yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266’ncı maddesi aynen şöyledir:

“Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamazHukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.”

Madde metninden anlaşıldığı üzere bilirkişi, herhangi bir davada, uzman olduğu alandaki özel ve teknik bilgilerin dışına çıkarak “hukukçuluğa” soyunamaz. Diğer bir deyişle, bilirkişinin yaptığı teknik tespitler ışığında uyuşmazlığı hukuki yönden değerlendirmek sadece ve sadece hakimin görev alanındadır. Ne var ki uygulamada bazı bilirkişilerin bu sınırı ihlal etmek suretiyle hukuki tahlile giriştikleri bilinen bir gerçekliktir. Zaten böyle bir durumda aleyhine rapor yazılan tarafın vekili, “Bilirkişi, görev sınırlarının dışına çıkmak suretiyle hukuki tahlile girişmiş olup söz konusu tespitleri Muhterem Mahkeme’yi bağlamaz. Zira hukuki değerlendirme salt hakime aittir.” şeklinde beyanlar ile rapora itiraz eder.

Muris muvazaası davaları özeline gelecek olursak;

Bilindiği üzere bu davalarda tespiti gereken temel husus, dava konusu taşınmaz devrinin mirastan mal kaçırma amacıyla yapılıp yapılmadığının yani muristeki mal kaçırma iradesinin tespitidir. Ölmüş bir kişinin bir taşınmazı sağlığında hangi iradeyle devrettiğinin tespiti oldukça hassas bir iş olup bu tespit yapılırken ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasında fahiş bir fark olup olmadığı ve nihayet taraflar ve mirasbırakan arasındaki beşeri ilişkiler gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. İşte bunu yapacak olan da tabii ki hakimdir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, 17.05.2018 tarihli bir kararında, tabiri caizse “haddini aşmış” olan bilirkişiler hakkında aynen şu ifadeleri kullanmıştır:

“Ne var ki, eldeki davada, bilirkişi heyeti yetkilerini aşarak raporlarında hakimin kararını etkileyecek biçimde hukuki nitelendirme yapmışlardır.” 

Daire, bu tespitin akabinde davanın -bilirkişi heyetinin görüşünün aksine- reddedilmesi gerektiğinden bahisle ilk derece mahkemesinin kararını bozmuştur.

Sonuç olarak, yazımız şu tespitle bitirilebilir: Muris muvazaası davalarında bilirkişilerin tek görevi dava konusu taşınmaz (veya taşınmazların) devir tarihindeki (devir bedelinin düşük olup olmadığının tespiti açısından), dava tarihindeki (harca esas olması açısından) ve rapor tarihindeki değerlerini ayrı ayrı belirlemekten ibarettir. Bu verileri ve dosyadaki diğer delilleri değerlendirerek devrin mirastan mal kaçırma amacıyla yapılıp yapılmadığını hakim tek başına tespit ve takdir edecektir.

 

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir