Miras ortaklığının dava ehliyeti

Miras ortaklığının dava ehliyeti

Birden fazla yasal ve/veya atanmış mirasçı olduğu durumda, mirasçılar arasında, mirasın paylaşımına kadar devam edecek olan bir “miras ortaklığı” meydana gelir (Medeni Kanun md. 640). Miras ortaklığında mirasçılar, terekeye “elbirliğiyle mülkiyeti” hükümleri uyarınca sahip olurlar. Bu demektir ki kural olarak tereke ile ilgili her türlü işlem ancak mirasçıların oybirliği ile yapılabilir. Bu kural, Medeni Kanunun 702’nci maddesinin 2’nci fıkrasında şu şekilde ifade edilmiştir:

“Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir.”

Yukarıda belirtilenler ışığında acaba bir mirasçı, terekedeki bir hak ile ilgili olarak tek başına dava açabilir mi? Yoksa tüm mirasçıların bu davayı birlikte açması mı gerekir? Bu soruyu aşağıda açıklanmış olan çeşitli ihtimallere göre cevaplandırmak gerekmektedir.

Konuyla ilgili 11.10.1982 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı

Miras ortaklığında tüm yasal mirasçılar tarafından birlikte açılması gereken bir dava bütün yasal mirasçılar adına sadece bir veya birkaç yasal mirasçı tarafından açılmışsa ne olacaktır? Bu durumda dava derhal ret mi edilmelidir? Yoksa davaya devam edilebilmesi için davacılara bir şans mı verilmelidir? İşte bu soruların cevabı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun E. 1982/3 – K. 1982/2 ve 11.10.1982 tarihli kararı kapsamında verilmiştir. Mezkûr karar uyarınca, böyle bir durumda (yani bir veya birkaç yasal mirasçı tarafından, miras ortaklığı adına, terekenin tümüyle ilgili bir dava açıldığı durumda) dava hemen reddedilmemeli, usul ekonomisi de düşünülerek davacılara, diğer yasal mirasçıların da davaya dâhil edilmesi veya terekeye yasal temsilci atanması için bir süre verilmelidir. Verilen sürede belirtilen şartlar sağlanamazsa dava usulden reddedilecektir. Mezkûr İçtihadı Birleştirme Kararı (tıpkı kanun hükmü gibi bağlayıcı olması hasebiyle) ilerleyen yıllarda Yargıtay’ın gerek Hukuk Genel Kurulu gerekse Hukuk Daireleri tarafından titizlikle uygulanmıştır:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun E. 2005/1-125 – K. 2005/219 ve 30.3.2005 tarihli kararında;

Bilindiği üzere; Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyet, yasa veya yasada belirtilen sözleşmeler uyarınca aralarında ortaklık bağı bulunan kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir mala veya hakka birlikte malik olma durumudur.

MK’nın 701-703 maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyetin (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi eşya üzerinde ortaklardan herbirinin doğrudan doğruya bir hakkı da yoktur. Mülkiyet bir bütün olarak ortaklardan tümüne aittir. Başka bir anlatımla ortaklık tasfiye oluncaya kadar ortaklardan birinin ayrı mal veya hak sahipliği bulunmayıp, hak sahibi ortaklıktır.

Değinilen mülkiyet türünde malikler mülkiyet paylan ayrılmadığından paydaş değil, ortaktır. Bu kural, MK’nın 701 maddesinde (…Kanun ve kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik oranların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir.Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.) biçiminde açıklanmıştır. Elbirliği (İştirak) halinde mülkiyetin bu özelliği itibariyle ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Şayet yasa veya elbirliği (iştirak) halinde mülkiyeti oluşturan anlaşmada ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı belirtilmemişse, ortaklığın tasfiyesini isteme hakkı dışındaki tüm işlemlerde ortakların (iştirakçilerin) oybirliği ile karar almaları ve birlikte hareket etmeleri zorunluluğu vardır.

MK’nın 702/2 maddesi bu yönde açık hüküm getirmiştir. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış bir ortağın tek başına dava açabileceği, nevarki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir. (11.10.982 tarih 1982/3-2 sayılı İçtihadı Birleştirme Karan)”

şeklinde hüküm kurulmuştur.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin E. 2001/12521 – K. 2002/3643 ve 20.3.2002 tarihli kararında ise;

Miras şirketinin (MK.m. 581) tüzel kişiliği ve taraf ehliyeti yoktur. İştirak halindeki mülkiyet kuralları (MK. m. 581,630) gereğince, miras şirketinin (terekenin) tümüne ilişkin davaların, bütün mirasçılar tarafından birlikte açılması gerekir (mecburi dava arkadaşlığı).

Fakat, bir mirasçı, özellikle acele hallerde, miras şirketinin menfaatlerini korumak için bütün mirasçılar adına, yalnız başına dava açabilir. Mesela bir mirasçı, hak düşürücü sürenin kaçırılması tehlikesini önlemek için, yalnız başına şuf’a davası (MK. m. 658, III) açabilir.Fakat, bir mirasçı diğer (acele olmayan) hallerde de, bütün mirasçılar adına, tereke ile ilgili bir davayı yalnız başına açabilir.

Ancak, mirasçı kendi açtığı böyle bir davayı yalnız başına yürütemez. Davayı bütün mirasçıların birlikte yürütmeleri gerekir. Bu halde mahkeme bir mirasçının açtığı davayı hemen reddedemez. Mahkeme, diğer mirasçıların davaya katılmasını (icazet vermelerini) sağlaması veya terekeye temsilci tayin ettirmesi (MK. m. 581) için davacıya uygun bir süre vermelidir. (Baki KURU,Hukuk Muhakemeleri Usulü ; 1979 Bası., C: 1., s.,651 vd.).

şeklinde hüküm kurulmuştur.

Önemle belirtmek isteriz ki yukarıda zikredilen Yargıtay kararları, sadece yasal mirasçılardan biri veya birkaçı tarafından bütün mirasçılar adına (yani terekede yer alan alacak veya mülkiyet gibi bir hakkın tümü hakkında) dava açıldığı durumda uygulama alanı bulacaktır. Bu husus, karar içeriklerinden çok net bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bir ya da birkaç yasal mirasçı tarafından, sadece kendi “miras paylarıyla” ilgili olarak dava açıldığındaki durum  

Miras ortaklığına ait bir hakka dayanmak suretiyle açılan bir davada, davacılar, bütün yasal mirasçılar adına değil de yalnız kendileri adına ve kendi “miras paylarıyla” ilgili olarak talepte bulunmuşlar ise durum ne olacaktır? Bu sorunun cevabı da Yargıtay ve doktrin tarafından çok net bir şekilde verilmiştir:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun E. 2010/8-80 – K. 2010/80 ve 17.2.2010 tarihli kararı adeta bir ilke kararı niteliğinde olup, hiçbir ek izahata gerek bırakmayacak kadar sarih esaslar ortaya koymaktadır. Aynen alıntılıyoruz:

Terekeye ait haklar üzerinde tasarruf söz konusu ise ortakların oy birliği ile karar vermeleri Medeni Kanun’un 702/2. maddesinin açık hükmü gereği olduğuna göre, tasarruf işlemi niteliğindeki zilyetliğe dayalı tescil davasında da tüm mirasçıların birlikte hareket etmeleri suretiyle birlikte dava açmaları veya terekeye temsilci atanması ve bu yolla davanın yürütülmesi gerekir. Ancak bir mirasçı özellikle acele hallerde; miras şirketinin menfaatini korumak için, bütün mirasçılar adına yalnız dava açarsa, mirasçı kendi açtığı böyle bir davayı yalnız başına yürütemez. Davayı bütün mirasçıların birlikte yürütmesi gerekir. Bu halde, mahkeme bir mirasçının açtığı davayı hemen reddedemez, diğer mirasçıların davaya katılımlarının sağlanması, muvafakatının alınması veya terekeye temsilci tayin ettirilmesi için davacıya uygun süre vermelidir.

Ancak dava halefiyet esasına göre tereke adına değil de kendi miras payı için açılmış ise tüm mirasçıların onayının alınmasına gerek bulunmamaktadır. Bir ya da bir kısım mirasçı terekeye ait bir mal veya alacaktan yalnız kendi payına düşen kısım için yalnız kendi adına dava açarsa, böyle bir dava reddedilir. Çünkü, bir veya bir kısım mirasçının iştirak halindeki pay üzerinde tasarrufta bulunma yetkisi yoktur. Böyle bir dava diğer mirasçıların paylarını kapsamadığından ve aynı zamanda onlar adına da açılmadığından, davaya diğer mirasçıların katılmasına (icazet vermesine) imkan yoktur. Diğer bir anlatımla, öteki mirasçıların davaya katılmalarının sağlanması veya yöntemine uygun biçimde muvafakatlarının alınması, yada miras ortaklığına bir mümessil tayin edilerek onun huzuru ile davaya devam edilmesi mümkün değildir ve davanın reddi gerekir.

Aynı nedenle, tereke temsilcisi de, bir mirasçının yalnız kendi payı için açmış olduğu davaya icazet verip davayı devam ettiremez. (Prof.Dr.Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı 2001, Cilt 1. sh.984 vd.)

Nitekim Hukuk Genel Kurulu’nun 01.11.1972 gün 1972/2-869 E., 891 K. Sayılı kararında da:

“İştirak halindeki taşınmazlarda her paydaşın hakkı, o şeyin tamamına sari ve şamil olup, pay sahibinin muayyen bir yeri yoktur. Onun için mirasçılardan birinin veraset senedini esas alıp, kendini belli bir payın sahibi olarak kabul etmesi ve buna dayanarak dava açması caiz olmaz. Çünkü dava, tasarruf kapsamına girer. Şayi cüzde tasarruf geçersizdir. (MK.m.630) Olayda davacı, veraset belgesine göre, taşınmazdaki mefruz payı bakımından ve sırf kendi yararını koruma amacı ile dava açmış olup, MK.nun 630. maddesi karşısında bu dava mesmu değildir. Hal böyle olunca MK.nun 581. maddesinden yararlanarak ve özellikle miras şirketine mümessil tayini yoluyla, esasen mesmu olmayan bir davanın görülebilir hale getirilmesi düşünülemez…” gerekçesine yer verilmiştir. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması ve öğretinin görüşü de bu yöndedir.

Hemen belirtelim ki, doktrinde ve Yargıtay uygulamasında kararlılık kazanan görüşe göre, asıl olan terekenin paylaşılmamış olmasıdır. Paylaşmaya dayanan taraf bu hukuksal olguyu kanıtlamakla yükümlüdür.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin aynı doğrultudaki E. 2003/13090 – K. 2003/13274 ve 6.11.2003 tarihli kararında ise;

Öncelikle şu hususa açıklık getirmek gerekir: Davacı mirasçının, miras şirketinin haiz olduğu (terekeye ait) davanın tamamı için değil de, SADECE KENDİ PAYINA İSABET ETTİĞİNİ İDDİA ETTİĞİ PAYIN (ecrimisilden hissesine düşecek payın) ÖDENMESİ İÇİN DAVAYI AÇMIŞ İSE, İŞTİRAK HALİNDEKİ PAYLARDA TASARRUF (örneğin dava) CAİZ OLMADIĞINDAN VE DAVA DİĞER MİRASÇILARIN HİSSESİNE DÜŞECEK PAYLARI DA KAPSAMADIĞINDAN, BÖYLE BİR DAVAYA DİĞER MİRASÇILARIN KATILMASI İLE DEVAM EDİLMESİNE OLANAK YOKTUR; YANİ DAVA DİĞER MİRASÇILARIN KATILMASI İLE DE SAĞLIK KAZANAMAZ; DAVANIN HİÇ BİR ARAŞTIRMAYA GEREK KALMAKSIZIN REDDİ GEREKİR.

şeklinde hüküm kurulmuştur.

Nihayet Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun E. 2011/15-782 – K. 2012/135 ve 14.3.2012 tarihli kararı ve Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin E. 2013/10403 – K. 2013/13611 ve 30.9.2013 tarihli kararında da aynı esasların altı çizilmiştir.

Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi’nin 2015 tarihli aksi yöndeki kararı

Yargıtay 3’üncü Hukuk Dairesi’nin yukarıda alıntılanan kararında, bir mirasçının kendisine miras yoluyla intikal eden bir taşınmaz ile ilgili olarak kendi miras payına istinaden açtığı ecrimisil davasının hiçbir araştırma yapılmaksızın usulden reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargıtay 1’inci Hukuk Dairesi ise, 13.01.2015 tarihli kararında aynı konuda tam aksi yönde bir karar vermiştir. Davaya konu olayda ilk derece mahkemesi, “elbirliği mülkiyetinde “terekedeki hakların korunması” ile ilgili değil de terekedeki taşınmazdan yararlanmaya yönelik davalarda davacı mirasçının tek başına dava açamayacağı” gerekçesi ile taraf ehliyeti yokluğundan davanın usulden reddine karar vermiştir. Daire ise bu kararı aşağıdaki gerekçeyle bozmuştur:

“Hemen belirtilmelidir ki, elbirliği mülkiyetinde de paydaşlardan biri öteki paydaşların olurlarını almadan veya miras şirketine temsilci atanmadan tek başına ortak taşınmazdan yararlanmasına engel olan ortaklar aleyhine ecrimisil davası açabilir. Haksız işgalcinin mülkiyet sahibine ödemekle yükümlü bulunduğu en azı kira geliri, en fazlası mahrum kalınan kar olan haksız işgal tazminatı niteliğindeki ecrimisil; bölünebilir nitelik taşıdığından terekedeki ortaklığı oluşturan her bir ortağın kendi payı oranında ecrimisil istemesine yasal mani bulunmamaktadır. Nitekim gerek yargısal uygulamalar, gerekse öğretide anılan bu ilke kural olarak benimsenmiştir.”

Görüldüğü üzere Yargıtay, ecrimisilin bir para borcu ve dolayısıyla “bölünebilir” olmasından hareketle her bir mirasçının kendi payına isabet eden ecrimisili bağımsız olarak talep ve dava edebileceğini belirtmektedir. Oysaki kararda belirtildiğinin aksine, önceki yargısal uygulamalar bunun tam tersi istikamettedir. Örneğin murisin banka hesabındaki parasının mirasçılar tarafından çekilmesi konusunda Yargıtay hala tüm mirasçıların birlikte hareket etmesini aramaktadır. Oysaki bankadaki para da, tıpkı ecrimisil gibi bölünebilir niteliktedir. O halde her bir mirasçının bankadaki parayı kendi miras payı oranında çekebilmesi gerekir. Ancak mevcut Yargıtay uygulaması buna cevaz vermemektedir. O halde Yargıtay’ın değişik hukuk daireleri tarafından, miras ortaklığının dava ehliyeti konusunda çelişkili kararlar verildiği apaçık ortadadır.

Sonuç

Miras ortaklığında geçerli mülkiyet rejiminin elbirliği mülkiyeti olduğu ve bu kapsamda, kural olarak, terekedeki bir hak ile ilgili her türlü davanın tüm mirasçılar tarafından birlikte (veya tüm mirasçılar adına bir veya birkaç mirasçı tarafından) açılması gerektiği unutulmamalıdır. Dava, tüm mirasçılar tarafından birlikte açılmışsa dava ehliyeti açısından zaten sorun yoktur, davanın esasına girilecektir. Dava, tüm mirasçılar adına bir veya birkaç mirasçı tarafından açılmışsa, usul ekonomisi gözönüne alınarak, davacılara diğer mirasçıları davaya dahil etmesi veya terekeye temsilci atanması için süre verilecek, verilen sürede belirtilen şartlar yerine getirilmezse dava usulden reddedilecektir.

Bir mirasçı, terekedeki bir hak ile ilgili bir davayı, tüm mirasçılar adına değil de, sadece kendi miras payına istinaden açmışsa ne olacaktır? Böyle bir durumda (mirasçıların birbirlerine karşı açtıkları davalar ve mirasçı olmayan üçüncü kişilere karşı açılan muris muvazaası ve ölüme bağlı tasarrufların iptali davaları gibi özellikli davalar hariç olmak üzere) dava, hiçbir araştırmaya gerek kalmaksızın reddedilecektir çünkü elbirliği mülkiyetinde hiçbir mirasçının diğerlerinden bağımsız “miras payı” bulunmamaktadır. Yargıtay’ın uzun yıllar süren uygulaması da bu yönde olmuştur. Ancak Yargıtay 1’inci Hukuk Dairesi, 13.01.2015 tarihli kararıyla, ecrimisil konusunda bu kurala bir istisna getirmiş gözükmektedir. Buna göre, ecrimisil bir para borcu ve dolayısıyla bölünebilir nitelikte olduğu için her bir mirasçı, diğer mirasçılardan bağımsız olarak, kendi miras payına isabet eden ecrimisili fuzuli şagilden talep ve dava edebilecektir. Yargıtay’ın bu uygulamasının önümüzdeki dönemde bu şekilde devam edip etmeyeceği, takip edilmesi gereken bir husustur.

Share

Comments

  1. Çok açıklayıcı faydalı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir