Mehir Sözleşmesi/Muris Muvazaası ilişkisi

Mehir Sözleşmesi/Muris Muvazaası ilişkisi

GENEL OLARAK

Muris muvazaası davalarının çok özellikli davalar olduğunu ve kesin kazanılır gözüyle bakılan bir muris muvazaası davasının dahi hiç beklenmedik ve tutarlı bir savunma karşısında kaybedilebileceğini önceki yazılarımızda da belirtmiştik. Bu yazımızda söz konusu “hiç beklenmedik” savunmalardan birini irdeleyeceğiz.

Öncelikle şu hususu hatırlamak gerekir: Muris muvazaası davalarında murisin (yani miras bırakan kişinin) ölmeden önce tapu sicilinde kayıtlı bir gayrimenkulünü “Ben şu gayrimenkulümü şu kişiye bedelsiz olarak vereyim de müstakbel yasal mirasçılarım bu gayrimenkulden bir miras hakkı alamasınlar.” şeklinde bir saikle, diğer bir deyişle “mirastan mal kaçırma kastı” ile hareket etmesi olmazsa olmazdır. Muris muvazaası davalarının davacı tarafında yer alan kişiler eğer murislerinin bu kastını yasal delillerle ortaya koyamazlarsa açtıkları davayı kaybederler. Dava konusu gayrimenkul devri bedelsiz dahi olsa eğer murisin mal kaçırma kastı yoksa dava kaybedilecektir. İşte muris muvazaası davalarında murisin mal kaçırma kastı olmadığını iddia eden davalıların -şartları varsa- başvurabileceği bir savunma da dava konusu gayrimenkulün muris ile davalı arasındaki bir “mehir sözleşmesi” uyarınca devredildiği olabilecektir.

 

MEHİR SÖZLEŞMESİ

Peki, mehir sözleşmesi nedir?

Hemen belirtmek gerekir ki mehir sözleşmesi mevzuatımızda açıkça düzenlenmiş bir sözleşme türü değildir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 12.10.2015 tarihli bir kararında “mehir” terimini;

“Bilindiği üzere; mehir kocanın evlenme sözleşmesi anında ya da devamı sırasında bazen de sona ermesi halinde kadına belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi armağan etmesidir.”

şeklinde açıklamıştır. O halde mehir sözleşmesini de “kocanın evlenme anında ya da devamı sırasında bazen de sona ermesi halinde kadına belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi armağan etme borcu yüklendiği tek tarafa borç yükleyen bir sözleşme” olarak tanımlayabiliriz.

Bu açıklamalar ışığında asıl konumuza dönecek olursak;

Hayat içerisinde ikinci evliliğini yapan erkeklerin kendi adlarına kayıtlı bazı gayrimenkulleri yeni (ikinci) eşlerine tapuda bedelsiz olarak devrettikleri (yani bağışladıkları) ve fakat buna rağmen devrin tapuda satış olarak gösterildiği çok bilinen bir gerçektir. İşte bu gibi durumlarda ilk evlilikten olma çocuklar, babalarının ölümünden sonra ikinci eşe karşı muris muvazaası davası açarak ikinci eşe bedelsiz olarak devredilen gayrimenkullerin miras payları oranında adlarına tescilini talep edebilmektedirler. Belirtmek gerekir ki olağan şartlarda ikinci eşin bu davadan haklı çıkma ihtimali çok azdır. Ancak, hukukta hiçbir zaman pes etmemek, her zaman bir çıkış yolu aramak olmazsa olmazdır. Örneklenen davada, murisin ikinci eşe yaptığı gayrimenkul devirlerinin sebebi “ilk evlilikten olan çocuklarından mal kaçırmak” değil de ikinci eşle arasındaki mehir sözleşmesi uyarınca ikinci eşe gayrimenkulleri armağan etmek ise ve ikinci eş dava sürecinde bu hususu ispat edebilirse pekala davadan haklı çıkma şansı olabilecektir.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin E. 2014/2903, K. 2015/11649 numaralı 12.10.2015 tarihli kararında tam da bahsedilen şekilde bir karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

“Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacılar, ortak mirasbırakan L.. Ö..’in maliki olduğu 1732 ada 27 parsel sayılı taşınmazın 20 nolu bağımsız bölümünü 3. eşi olan davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, yapılan işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek miras payları oranında tapu iptal ve adlarına tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Davalı, satışın gerçek olduğunu,muris ile taşınmazın satışı sırasında tanışıp evlendiklerini belirtip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanılan delillerden; 1924 doğumlu mirasbırakan L.. Ö..’in 12.09.2011 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak ikinci eşi Nebahat’dan olma çocukları davacılar ile 01.06.2001 tarihinde evlendiği 15.11.1960 doğumlu 3. eşi davalı Mukadder ile ilk eşi Setime’den olma dava dışı Zafer’in kaldığı, 1732 ada 27 parselde bulunan mesken niteliğindeki bağımsız bölümü intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini davalı 3. eşine 31.05.2001 tarihli satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince; murisin intifa hakkını üzerinde bırakarak satış suretiyle taşınmazın çıplak mülkiyetini davalıya temlik ettiği ve satışın sembolik bir değer gösterilerek yapıldığı kayden ve dosya kapsamıyla sabit olduğu gibi davalının taşınmazı satın alacak maddi bir alım gücünün bulunmadığı bu nedenle bedelsiz olarak temlikin gerçekleştirildiği tartışmasızdır. Öyle ise, temlikteki murisin gerçek irade ve amacının ne olduğunun duraksamaya yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturulması çekişmenin giderilmesi bakımından önemlidir. Zira, bedelsizlik muris muvazaasının varlığı için başlı başına bir neden değildir. Başka bir ifade ile murisin mirasçısından malkaçırma gayesi ile mi temliki gerçekleştirdiği açıkça ortaya konulmalıdır.

Hemen belirtilmelidir ki, TMK’nin 6. ve 6100 sayılı 190.maddeleri gereğince iddia sahibi iddiasını ispatla yükümlüdür.

Somut olaya gelince; Davacı tarafın gösterdiği tanıklar taşınmazın devrinin bedelsiz olduğunu belirtirken hiçbirisi murisin mirasçısından mal kaçırmak amacıyla temlikin gerçekleştirildiğini ima yollu dahi bildirmemiş, ortaya koymamışlardır. Aksine taşınmazın davalıya bağışlandığını vurgulayarak mehir olarak verildiğini ifade ettikleri gibi davacılar vekili dava dilekçesinde çekişmeli taşınmazın tapusunun davalı ile murisin evliliği karşılığında muris tarafından davalıya verilmiş olabileceğini bildirmiştir.

Bilindiği üzere; mehir kocanın evlenme sözleşmesi anında ya da devamı sırasında bazen de sona ermesi halinde kadına belirli bir mal, para veya ekonomik değeri olan bir şeyi armağan etmesidir.

TMK, evlenme sözleşmesi sırasında karı kocadan birinin diğerine bir mal veya para vermesini ya da vermeyi vaad edip bir süre ertelemesini yasaklamamıştır. Bu nedenle, eski hükümlere göre kurulmuş mehir, TMK tarafından yasaklanmış bir hukuki ilişki olarak kabul edilemez (2.12.1959 günlü 14/30 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesi). Mehir, sözleşmeleri bu gün içinde geçerlidir. (Örnek: Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi’nin 25.10.1965 günlü, 4557/5028 sayılı kararı).

Mehri müeccel, ileriye yönelik bir bağışlama vaadidir. Koca dışında üçüncü bir kişinin de bağışlama vaadi geçerlidir. Ancak, bu durum, 6098 sayılı TBK. nun 128. (818 sayılı BK. nun 110.) maddesinde yazılı üçüncü kişi yararına borç altına girme olmayıp,6098 sayılı TBK. nun 288. (818 sayılı BK. nun 238.) maddesinde düzenlenmiş bağışlama vaadidir. Bağışlama vaadinin geçerliliği, yazılı olma koşuluna bağlıdır. Esasen taşınmazın sicil kaydı (mülkiyeti) da davalıya intikal ettirilmiştir. (TBK. nun 288/1.). (4.HD. 18.2.1985 – 1984/9153 E, 1985/1223 K. YKD. 1985 Sayı Sh. 802). Bu durumda değinilen ilkeler çerçevesinde iddia ve buna ilişkin olgular birlikte değerlendirildiğinde anılan olguya değer verileceği kuşkusuzdur (TBK 288/son).

Bu açıklamalar karşısında temlikin gerçekleştirilme sebebinin mehir olduğu kabul edildiği takdirde murisin mirasçısından mal kaçırma iradesiyle hareket ettiği düşünülemez. Öte yandan, temlik olgusu gerçekten de, bedelsiz bir temlik olduğuna göre bağış niteliğini taşır ki, bu da 6098 sayılı T.B.K.’nin 19.maddesi kapsamında genel muvazaanın konusunu teşkil eder ve muris muvazaasında gözetilmesi gerekli 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nın konusu dışındadır.

Hâl böyle olunca, temlikin gerçekleştirilme sebebinin mehir olduğu, 6098 sayılı TBK’nin 19.maddesinden kaynaklanan genel muvazaa hukuksal nedenine dayanılarak dava açılmadığı ve buna bağlı bir istekte bulunulmadığı,ayrıca muris muvazaası iddiasının da kanıtlanamadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.”

Birinci Daire’nin bu kararından çıkartılması gereken birden fazla çok önemli sonuç vardır. Kolay anlaşılması için bunları maddeler halinde sıralayalım:

  • Bir erkeğin bir kadına “Benimle evlenirsen şu evimi bedelsiz senin üzerine yapacağım.” şeklindeki vaadi hukuken geçerlidir ve bunun adı mehir sözleşmesidir. Söz konusu taşınmaz devri evlilik öncesi yapılabileceği gibi evlilik sonrasında da yapılabilir.
  • Muris muvazaası davalarında davalı tarafta olan sonraki eş (murisin sonraki eşi), diğer yasal mirasçılar tarafından kendisine karşı açılan davada “Bu taşınmaz bana evlenme karşılığında mehir olarak verildi.” savunmasını yaparak davanın reddini sağlayabilir. Bu savunma hiç de küçümsenmemesi gereken bir savunmadır.
  • Mehir savunması ile karşılacağını düşünen davacıların çok dikkatli olmaları gerekmektedir. Alıntılanan Yargıtay kararında da belirtildiği üzere mehir sözleşmesi uyarınca devredilen taşınmazlar 1974 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamına girmez. Ancak mehir sözleşmesi uyarınca bedelsiz olarak devredilen (bağışlanan) gayrimenkulün devir işlemi tapuda bağış olarak değil de satış olarak gösterilmişse (bu anlamda muvazaalıysa) davacılar, kapsamı sınırlı olan mezkur İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca değil de 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19. maddesinden kaynaklanan genel muvazaa hukuksal nededine dayanarak dava açmalıdırlar. Aksi takdirde davayı kaybetme riskiyle karşı karşıya kalırlar.
Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.