Muris Muvazaası: Yargıtay, kız evlatlardan kaçırılan malların iadesine karar verdi

Muris Muvazaası: Yargıtay, kız evlatlardan kaçırılan malların iadesine karar verdi

Yargıtay 1’inci Hukuk Dairesi, 10.06.2015 tarihli kararıyla, ölmeden kısa süre önce tüm gayrimenkullerini satış yoluyla tek erkek evladına devreden murisin söz konusu hareketinin “mirastan mal kaçırma” amaçlı olduğunu belirterek, kaçırılan gayrimenkullerin davacı kız evlatlara miras payları oranında iadesi gerektiğine hükmetti ve aksi yöndeki yerel mahkeme kararını bozdu.

Davalı erkek çocuk, dava kapsamında yaptığı savunmada, dava açma süresinin dolduğunu, satışın gerçek olduğunu, murisin taşınmazlarına işlenen şerhlere konu borçlarını ödediğini, ayrıca murise baktığını ve tedavisi ile ilgilendiğini, murisin minnet duygusu ile hareket ettiğini belirtip davanın reddini talep etmiştir.

Davalı erkek çocuğun savunmalarına ilişkin olarak, öncelikle muris muvazaası davalarının herhangi bir süreye tabi olmadığını bir kez daha belirtmekte fayda vardır. Davalının yaptığı diğer savunmalara gelince;

Daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz üzere muris muvazaası davalarında Yargıtay’ın odaklandığı ve somut olayın koşullarına göre ortaya çıkartmaya çalıştığı en temel husus murisin iradesidir. Bununla kastedilen şudur: Yargıtay, her bir olayda “Acaba muris burada diğer mirasçılardan mal kaçırma kastıyla hareket etmiş mi?”  şeklinde bir inceleme yapmaktadır. Bu sorunun cevabı “evet” ise dava kabul edilmekte, “hayır” ise dava reddedilmektedir. Murisin iradesini ortaya çıkarmak hassas bir meşgaledir ve titiz bir inceleme gerektirir. Yargıtay, muris muvazaasıyla ilgili neredeyse tüm kararlarında bu hususu şu cümlelerle ifade etmektedir:

“Bilindiği üzere; Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanununun 706., Türk Borçlar Kanununun 237. (Borçlar Kanununun 213.) ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Dava konusu olayda, muris ölmeden önce gerçekten de davalı erkek çocuğuyla yaşamaktadır ve dolayısıyla kendisine bakan kişi de söz konusu erkek çocuktur. Yargıtay’ın, geçmişteki bazı kararlarında, kendisine baktığı için minnet duyduğu evlatlara murisin yaptığı bedelsiz devirleri “mirastan mal kaçırma” amaçlı görmediği ve bu devirlerin iptali için açılan muris muvazaası davalarını reddetmişliği vardır. Ancak bu savunmaya bu kez itibar edilmemiştir. Zira dava konusu olayda, murisin başka gayrimenkulünün olmaması ve sahibi olduğu tüm gayrimenkulleri davalı oğluna devretmesi Yargıtay tarafından haklı olarak “mirastan mal kaçırma” iradesinin göstergesi olarak yorumlanmıştır. Yargıtay kararının gerekçe kısmı şöyledir:

“Somut olaya gelince; tarafların murisin çocukları oldukları, mirasbırakanın ölümünden önce davalı ile birlikte oturduğu, davalının alım gücünün bulunmadığı, mirasbırakanın, çekişmeli taşınmazı satma ihtiyacı içerisinde olmadığı, malvarlığının önemli bölümünü teşkil eden kısmını davalı oğluna satmasında haklı ve makul bir nedeninin bulunmadığı, bunun yanında satış işleminde öngörülen satış bedellerinin gerçek değerinin çok altında bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Kaldı ki, parseller üzerinde bulunan şerhlere konu Tarım Kredi Kooperatif borçları alelade borçlardan olup davalı tarafından ödendiği bildirilen borçlar taşınmazların değerinden çok düşüktür.”

Dava konusu olayda muris, tüm gayrimenkullerini değil de sadece bir tanesini davalı oğluna devretmiş olsaydı, Yargıtay belki de davanın reddine karar verebilirdi, zira o durumda, devri yapılmayan gayrimenkuller davacı kız evlatlara da miras yoluyla intikal etmiş olacaktı.

Sonuç olarak, her davada olduğu gibi muris muvazaası davalarında da ön yargılı olmamak çok önemlidir. Kesin kazanılır gibi duran bir dava, doğru kurgu ve stratejiyle açılmadığı için tutarlı bir savunma karşısında çökebilir. Savunma kurgusu doğru kurulmadığında ise, çok zayıf bir davanın dahi kabulle sonuçlanması olasıdır. Dolayısıyla her bir olayda, olayın somut özellikleri en ince detayına kadar incelenmeli, hangi yönden nasıl bir savunmayla karşılaşılabileceği hesap edilip, ona göre pozisyon alınmalıdır. Aksi takdirde, “hücume çıkarken topu kendi ağlarında görmek” kaçınılmaz olabilir.

Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.