MİRAS DAVALARINDA “TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİN İYİNİYETLE EDİNİLDİĞİ” İDDİASI HAKİM TARAFINDAN RESEN ARAŞTIRILIR

MİRAS DAVALARINDA "TAŞINMAZ MÜLKİYETİNİN İYİNİYETLE EDİNİLDİĞİ" İDDİASI HAKİM TARAFINDAN RESEN ARAŞTIRILIR

Öncelikle 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümlerini anımsatmakta fayda vardır:

2. İyiniyetli üçüncü kişilere karşı

MADDE 1023.- Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur.

3. İyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı

MADDE 1024.- Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.

Bağlayıcı olmayan bir hukuki işleme dayanan veya hukuki sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.

Böyle bir tescil yüzünden ayni hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir.

E. Terkin ve değiştirme

I. Yolsuz tescilde

MADDE 1025.- Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş veya bir tescil yolsuz olarak terkin olunmuş ya da değiştirilmiş ise, bu yüzden ayni hakkı zedelenen kimse tapu sicilinin düzeltilmesini dava edebilir.

İyiniyetli üçüncü kişilerin bu tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemi saklıdır.”

Sitemizin çoğu takipçisinin hukukçu olmadığı dikkate alındığında hukuken “iyiniyetli” olmanın ne anlama geldiğini de pekala açıklamak gerekmektedir. Medeni Kanunun 3’üncü maddesi aynen şöyledir:

II. İyiniyet

MADDE 3.- Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır.

Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz.”

Konuyu tapu kayıtları üzerinden bir örnekle açıklamak yerinde olacaktır:

80 yaşındaki Ahmet Amca’nın, ikamet ettiği 100 haneli köydeki tarlasını ölmeden önce oğlu Ali’ye tapuda satış göstermek suretiyle bedelsiz olarak devrettiğini ve böylece kızı Ayşe’ye bu tarladan herhangi bir hisse kalmamasını amaçladığını (yani mirastan mal kaçırdığını), Ahmet Amca’nın ölümü akabinde de Ali’nin tarlayı köyün muhtarı olan 60 yaşındaki Hikmet Amca’ya bedeli mukabilinde sattığını farzedelim. Ayşe’nin tarladaki hissesine kavuşmak amacıyla Hikmet Amca’ya karşı açacağı olası bir tapu iptal ve tescil davası kapsamında acaba Hikmet Amca’nın “Ben tarlayı tapu maliki Ali’den aldım, iyiniyetliyim, ne bileyim Ayşe’den mal kaçırıldığını” şeklindeki savunmasına itibar edilebilecek midir? Öyle ya, Hikmet Amca gerçekten de tapu sicilini incelemiş, tarlanın malikinin Ali olduğunu görmüş, Ali’ye satış bedelini gerçekten ödemiş ve tarlanın mülkiyetini bu şekilde kazanmıştır. O halde Hikmet Amca’nın tarla üzerinde edindiği bu mülkiyet hakkı yukarıda alıntılanan 1023’üncü madde kapsamında korunacak mıdır? Yoksa Ayşe, tarlanın gerçek malikinin rahmetli babası Ahmet Amca olduğunun Hikmet Amca tarafından bilindiğini veya bilinebilecek  durumda olduğunu iddia ederek 1024’üncü maddenin 3’üncü fıkrası uyarınca tarla üzerinde miras payı oranında mülkiyet hakkı kazanabilecek midir?

Verilen örnekte Hikmet Amca’nın iyiniyetli olup olmadığını tespit edebilmek için sorulması gereken soru şudur: Rahmetli Ahmet Amca’nın tarlayı oğlu Ali’ye bedelsiz olarak devrettiğini Hikmet Amca biliyor muydu? Bilmiyor idiyse bile somut olayın şartları dikkate alındığında “bilebilecek durumdaydı” denebilir mi? Bu soruya “Evet” şeklinde cevap verildiği ihtimalde Hikmet Amca iyiniyetli sayılmayacak, “Hayır” şeklinde cevap verildiği ihtimalde ise iyiniyetli sayılacak ve Ayşe tarla üzerinde hiçbir hak elde edemeyecektir.

Hiç kuşku yok ki belirli bir kişinin “iyiniyetli” olup olmadığının tespiti, her bir davada, davaya konu vakıaların ve şartların titizlikle incelenmesiyle mümkün olabilecektir. Yargıtay’ın birçok kararında kullanılan şu ifadeler iyiniyetin tespitinde nasıl hareket edilmesi gerektiğini çok sarih şekilde özetlemektedir:

“Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alışverişte bulunmaları, satın aldıkları şeylerin ileride kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2. maddesinin genel hükmü yanında, menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.

Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu sebeple Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyiniyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke Medeni Kanunun 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur “şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1. fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.

Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse, diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.

Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.

Nitekim bu görüşten hareketle kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih 1990/4 esas 1991/3 Sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşler de aynı doğrultuda gelişmiştir.”

Bilindiği üzere hukuk davalarında hakim, kural olarak (yani resen araştırma ilkesinin geçerli olduğu davalar hariç) kendiliğinden delil toplayamaz. Ancak taraflarca getirilen delilleri inceleyebilir. Her ne kadar “tapu iptal ve tescil” talepli davalarda resen araştırma ilkesi geçerli değilse de, Yargıtay’ın yukarıda alıntılanan ifadeleri iyiniyetin tartışıldığı tapu iptal ve tescil davalarını fiilen resen araştırma ilkesine tabi kılmaktadır. Gerçekten de Yargıtay, “bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesinden” bahsederek hakime kendiliğinden delil toplama hususunda açıkça bir görev yüklemektedir. Yargıtay’ın istikrarlı içtihatlarında;

“İyiniyet kuralının kamu düzeniyle ilgili olması bakımından gerek re’sen gerekse tarafların dayandığı tüm delillerin toplanması ve yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ile yetinilip yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.”

“Ne varki, mahkemece, son kayıt malikinin iyiniyetli olup olmadığı hususunda bir araştırma yapılmaksızın neticeye gidilmesi hatalı olmuştur.”

“Türk Medeni Kanununun 1023. maddesi hükmü kapsamında iyiniyet incelemesi yapılması, sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik soruşturma ile yetinilip, yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.” 

veya aynı anlama gelecek ifadelere sürekli olarak rastlanmaktadır. Bu da, taşınmaz ediniminde iyiniyet konusunun resen araştırmaya tabi olduğunun çok açık bir göstergesidir. O halde, her türlü tapu iptal ve tescil davasında, davanın yöneltildiği son kayıt maliki davalının dava konusu taşınmazı edinirken “iyiniyetli” olup olmadığı hususuna azami dikkat gösterilmeli, hakim bu konuda uyarılmalı ve yukarıda alıntılanan Yargıtay kararları ışığında nasıl davranması gerektiği konusunda hakime yardımcı da olunmalıdır. Böylece maddi gerçeklik tüm çıplaklığıyla ortaya çıkabilecek, davalının gerçekten iyiniyetli olup olmadığı hakkıyla tespit edilmiş olacak ve mahkemece verilecek hükmün Yargıtay’dan onanarak dönmesi ihtimali oldukça artırılmış olacaktır.

Share

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.